S U Y U N  ‘Ş A K A ’S I  O L M A Z . . .
Paylaş:

SUYUN ‘ŞAKA’SI OLMAZ AMA ‘SAKA’SI OLUR

 

‘Bir adam vardı suyu arıyordu. Toprağı üç kulaç kazdı. Suyu bulamadı.

On kulaç, on beş kulaç kazdı. Gene suyu bulamadı.

Sonra yerin derinliklerinde kara kaya tabaklarına rastladı.

Yeise düştü, gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidini kesti.

Fakat bir ses ona:

-Daha derinlere in, daha derinlere!

dedi.

Daha derinlere indi ve suyu buldu.’

Rama Krişna

 

Hangi Suyun Sakasıyım?

Su, ulaşılması gereken menzildir. Yaşamın kaynağı, canlının özsuyudur. Her daim aranılan, onsuz yaşanılamayıp bir ömür peşinden koşulandır. Gökten yere, yerden göğe bir gezgin misali her daim devir daim olunandır. Hayatın kaim olduğu Anasır-ı Erbaa’dan (dört unsurdan) biridir.

Yeri gelir rahmet, bereket olur. Çorak toprakları yeşertip, olgun meyveleri yedirir. Vakti gelir şiddet ve de felakete dönüşür. Öyle ki; ağaçları kökünden söktürüp kayaları hallaç pamuğuna çevirir de bana mısın demez.

‘Su yaşamdır, yaşamın kaynağıdır, hayat veren, can verendir; yok eden, boğan ve cana kıyan ezici bir güçtür. Su daima akışkandır, kendi içinde bir döngüye sahiptir; yuttuğu her şeyi bir gün mutlaka geri verir, ancak verdiği şeyleri de geriye alır.’ (1)

Her şeye rağmen su uysaldır. İçine konulduğu kabın şekline girip ahenge uyandır. Renksizdir, kokusuzdur lakin bütün renkleri ve de kokuları içinde barındırandır. Nihayetinde şekli de, rengi de, kokusu da insana hoş gelendir.

Lakin huyundan anlayana kontrolü kolaydır. Yani su yönetilendir. Sen onu yönetemezsen o seni yönetir. Dedik ya; gah önüne alıp sürükler, ezip geçip yıkar; gah peşinden susuz gezdirip inim inim inletir. Öyle ki varlığında bile kıymeti bilinmeyip iyi idare edilemezse milyonların şehri susuzluktan kıvranıp durur. Göller kurur, toprak çatlar, yapraklar sararır… Musluklardan ‘tıs!… tıss!…tıss!…’ sesleri arş-ı alaya yükselir!… Yani demem o ki; hayat durur. O nedenledir ki suyun başındakilerin akıllarını ceplerine değil, başlarına alması gerekir.

Çünkü; suyun ‘şaka’sı olmaz, ama ‘saka’sı olur.

Ne diyordu şair Münacaat’ında;

 

‘Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi

Taşınacak suyu göster, kırılacak odunu

Kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde

Bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin

Tütmesi gereken ocak nerde?’

(…)Oysa;

‘Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin

Bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana

Gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda’

(…)Sonra;

‘Tanıdım Âdemoğlu kimin nesiymiş

Ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.’(2)

 

Bakın işte su nerelere aldı götürdü ne yolculuklara çıkardı ve Özel’ce ne sorular sordurdu. O nedenle insan ‘Hangi suyun sakası’ olduğunu bilmeli ki ocak tütsün.

Bundan dolayıdır ki; hayat önümüze yüzlerce ince ince yollar koyar. Hangi yolda adım atacağın sana bırakılır. Tıpkı nehirden akan suyun kendi yolunu bulması gibi her kişi de kendi su yatağını kendisi oluşturur. ‘Su akar yatağını bulur’ hiç şüphesiz ama önemli olan senin tercihindir, değil mi?

 

Suyu Arayan Adam

Suyu aramakla geçen ömürler vardır. Pes etmeden, yılmadan yani bıkmadan, usanmadan su arayan adamlar… Sakası sırtında su yoluna koyulanlar yani…

Son anına kadar arayanlar bulanlardır hiç şüphesiz. Pes edenler ise daha başlamadan kaybedenlerdir. Çünkü karanlığın en kuytu vakti, aydınlığa en yakın olandır aynı zamanda. Aslolan ise; işlerde istikrardır, amelde sürekliliktir, sonuna kadar sebat ve de takibattır. Tıpkı Hintli bilgenin   hikmetli sözlerinde olduğu gibi yeise kapılmadan ‘daha derinlere, daha derinlere’ inebilmektir:

‘Bir adam vardı suyu arıyordu. Toprağı üç kulaç kazdı. Suyu bulamadı.

On kulaç, on beş kulaç kazdı. Gene suyu bulamadı.

Sonra yerin derinliklerinde kara kaya tabaklarına rastladı. Yeise düştü, gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidini kesti.

Fakat bir ses ona:

-Daha derinlere in, daha derinlere!

dedi.

Daha derinlere indi ve suyu buldu.’(3)

Evet, su misali akıp giden yaşamlar vardır. Kaderin vatan mücadelesi uğruna coğrafyadan coğrafyaya savurduğu ne öyküler vardır. Öyle ki bu yaşamöyküleri başlı başına bir tarihtir. Bu tecrübelerin hafızalarda iyice yer etmesi gerekir. Yoksa tekerrür kaçınılmaz olur.

İşte bu tarihlerden biri de Şevket Süreyya Aydemir’in kendi yaşam öyküsünden yola çıkarak kaleme aldığı Suyu Arayan Adam’dır. Bir bakıma pes etmeden ‘daha derinlere, daha derinlere’ inerek suyu bul-a-mama macerası yani…

Suyu arama macerası inişli çıkışlıdır adamın lakin ibretlerle doludur.

Evet, ateşle başlayan serüveni su ile kemale erer. Şevket Süreyya daha derinlere inerek gerçekten suyu buldu mu, bulmadı mı? Çölde serap mı gördü yoksa suyun gözesine ulaşıp kana kana içti mi?

Bilemiyoruz…

Peki nedir bizi alakadar eden?

Derinlere inen yaşam öyküsünün tarihe tanıklığıdır bizi su yoluna koyan. Koca bir imparatorluğun çöküşüne ve yeni bir devletin doğuşuna şahitlik eden bu yaşamöyküsü bizim için önemli çünkü. Bir ömür suyu yani kendini aramakla geçen öykü aslında bir imparatorluğun yıkılışı ve yeni bir devletin kuruluş hikayesidir. Evet, bizi asıl ilgilendiren burasıdır. Çünkü bizim kaderimiz buna bağlı olmuştur ve nitekim o kader hali hala devam ediyor. Unutmamak gerekir ki; kendimizi bulmanın yolu bu ve benzeri yaşamöykülerini doğru okumada saklıdır.

Öyle ki emekliliğe ayrıldığını sanıp kenara çekildiğinde bile dinmiyor içindeki yangın. Suyu arama serüveni bir başka boyutta devam ediyor aslında. Çünkü şahıslarda olduğu gibi devletlerde de emekliliğe ayrılmak yoktur.

Biz gene de kulak verelim Şevket Süreyya’ya;

‘Şimdi artık bir emekliyim.

(…)

Hikayeme bir isim bulmak lazım. Buldum: Suyu Arayan Adam…

Hikayem bir yangınla başlamıştı. Ama şimdi serin bir suyun başındayım. Ağaçların gölgelediği, çiçeklerin açtığı, kuşların ötüştüğü bir su başında. Hatta şimdi bana öyle geliyor ki; bütün ömrüm boyunca aradığım su, belki de buydu.

Bu su bazen masum bir hayal, bazen bir gençlik rüyası, bazen ideal, bazen aşk şeklinde beni arkasından koşturdu. Bazen onu kaybettim. Bazen buldum sandım. Ama onu her zaman aradım.’(4)

Bulduğu kaynak gürül gürül akan Anadolu’dur. Asırlarca üç kıtada cihana hükmeden Devlet-i Ali kendini küçülterek Anadolu coğrafyasına sığınmıştır. Çünkü Anadolu çekirdektir. Şimdi bulduğu kaynak suyla o çekirdeği besleyip büyütmesi gerekir. O nedenle Anadolu’da emeklilik yoktur, süreklilik vardır.

Bugün o çekirdek genç bir fidedir. Sulayıp büyütmek, meyveye hazırlamak bize bırakılmıştır. Bize bırakılmıştır da kim, kimler bunun farkındadır? İçinde ilahi Kelimetullahı barındıran bu nefha kaçımıza hayat kaynağı olmaktadır? Suyu aramakla geçen ömürler neticesinde elde edilen kaynak bugün ne hallerdedir?

Soruların devamını getirmek mümkündür lakin şimdi esaslıca düşünme vaktidir.

Ne diyor Epiktetos;

‘Allah’ın bize verdiği en büyük nimet, malik olduğumuz halde, malik olduğumuzu bilmediğimiz kuvvetleri bir gün kendimizde bulmak kudretidir.’

El-hak, öyle!…

Madem öyle, huzurun da bir bedeli olmalı değil mi? Peki Suyu Arayan Adam ne diyor:

‘Evet onu ödemek lazım. Benim ödediğim paha, hayatımın hepsidir. Ama bundan üzgün değilim. Ödediğim bedel ulaştığım kaynak için çok değildir. Çünkü bu kaynağın başında ben, yıllar yılı kaybettiğim en değerli şeyi yani kendimi buldum.’(5)

Evet, Suyu arayan adam kazıdıkça kazıdı kuyusunu… Su aşkı onu yıldırmadı, bilakis biledi. Kayalar kırıp metrelerce derinliklere indi. Tabakalar aşıp kütleleri devirdi. Su yolundaki azmi onu maşukuyla buluşturdu ve gürül gürül akmaya başladı yazgısı…

Kaynaklar:

  1. Su Mitosları, Deniz Gezgin, Sel Yayıncılık, S:8
  2. Bir Yusuf Masalı, İsmet Özel, Şule YayınlarıSuyu Arayan Adam, Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Kitabevi, S:406
  3. a.g.e. S:408
  4. Suyu Arayan Adam, Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Kitabevi, S:7

 

KAYNAK:

Paylaş:

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.