Paylaş:

Şayet kitapları bir mevsimle özdeşleştirmek gerekirse benim önerim sonbahar olur hiç şüphesiz. Kitap her nedense bana hep hazan mevsimi olan güzü çağrıştırmıştır. Kitabın sonbaharlaşan yüzü bana hep sevimli gelmiştir. Bu sevimli çağrışımda özellikle okulların açılışının akabinde ağaçların yapraklarını döktüğü mevsimde kapılarını kitapseverlere açan kitap fuarlarının da etkisi vardır. Özellikle de Tüyap Kitap Fuarı otuz sekiz yıldır aralıksız bu mevsimde okuru yazarıyla, yayıncısıyla buluşturuyor. İstikrarlı bir yürüyüş… Ben de sonbaharı ve kitap fuarlarını vesile kılarak hangi kitapları okumamız gerektiği hususundaki düşüncelerimi paylaşmak istedim.

Malum olduğu üzere bireyin bir şeyler okuma ihtiyacının akabinde ne okuyacağı arayışına gireceği muhakkaktır. Kitap, gazete, dergi veya başka matbu bir evrak… Bizi burada daha çok alakadar edecek olan kitaptır. Çünkü kitap; gazete ve mecmuayı da kapsayan kalıcı bir rehberdir. Okurun o kalıcı rehberden en tesirli olanını arama girişimi el-haktır. Aslında bu soru veya arayış; daha çok kitap okumayanların veya az kitap okuyanların zihinlerini meşgul eder. Bazı kesimler için ise, ‘ne okumalı?’ sorusu, kitap okumaya potansiyel bir engeldir. Çünkü bu müşkülat, önemini, içindeki gizde barındırmaktadır. Bu gizin genleri ise, okuyucunun ne okuyacağına karar vermesinde değil, okumaya başlayıp başlayamamasında yatmaktadır. Birbiriyle ilintili bu durumun en güzel örneğini lise yıllarında Necip Fazıl’a okuma tavsiyesinde bulunan hocası İbrahim Aşki Bey’in; ‘Sen oku! Her şeyden evvel oku! Amma okumaya başlamadan evvel bil, ne okuyacağını bil!’ uyarısında görüyoruz.

Bu nedenle de okuyucunun ne okuyacağına en cesaretli adım, okumaya başlamaktır. Okumanın bu ilk temel adımını gerçekleştirmeden okumanın kendisi ile ilgili tartışmaya girmek anlamsız olur hiç şüphesiz.

Bu anlamda Bilge Karasu’nun; ‘Okur kitap arar ama, kitabın da okuru bulduğunu ben çok gördüm.’ tespitine katılmamak elde değil.

Verimli bir okuma faaliyeti için, ‘hangi kitabı okumalı?’’dan önce veya okumaya karar verdikten sonra, okumanın yöntemini ve nasıl okunacağını da bilmek şarttır. Çünkü okuma yöntemi ve perspektifinden yoksun yapılan okumalar, bir süre sonra kişiyi papağanlaştırır. Günümüzde kitap okurlarının en büyük handikaplarından biri de, ‘okuma yöntemi’ problemidir. Eğitim kurumlarımızdaki en büyük sıkıntı da buradan kaynaklanıyor. Bu nedenle, okumada yöntem, perspektif ve amaç önemli oluyor haliyle. Ancak günümüz okuyucusunun büyük bir çoğunluğu ‘hazır tüketici’ mantalitesiyle hareket ettiğinden, okumayı sayfa çokluğu ve yüzeysel bilgilenme ile ölçmektedir. Bu durum, zaten kitabın az okunduğu bir memlekette, kitap okuyanların da okuduklarından yeterince faydalanamadığı ve müspet bir neticeye ulaşamadığı sonucunu doğuruyor. Bu nedenle, başlı başına bir konu olan ‘nasıl okumalı?’’yı iyice kavradıktan sonra, ‘ne okumalı?’ basamağıyla yükselmekte fayda vardır. Ancak okunan şeylerin dikkate alınarak, üzerinde derin derin düşünülerek belli bir sistematik dahilinde yapılması gerektiğini hatırlatmakta fayda var.

Yani; okuduklarımız bize yeni bir ufuk veriyor, zihin dünyamızda yeni pencereler açıyorsa başarılı ve yöntemli bir okuma yapıyoruz demektir. Bu anlamda Alexsandre Pope; ‘Okuduğunuz eser sizi fikren yükseltir, içinizi iyi, mert duygularla doldurursa, onun hakkında karar vermek için bu duygu yeterlidir.’ önemli tespitinde bulunurken, Alcolt ise; ‘Umutla açılıp kazançla kapanan kitap, iyi bir kitaptır.’ altın kaidesinin altını çizer.

Arthur Schopenhauer bu yöntemsiz ve amaçsız kitap okuyup yazanları okumuş cahiller olarak niteler ve bu şekilde kitap okumamanın okumaktan daha iyi olabileceğini savunur ‘Okumaya ve Okumuşlara Dair’  adlı eserinde.  Çünkü her insanın kendince kıymetli vakitleri vardır. Bu değerli melekelerini daha verimli alanlarda kullanması mümkünken, verimsiz okumalarla hem kendisine hem de çevresindekilere okuma üzerinden fenalıklar yapmaya hakkı yoktur.

Okumanın ötesinde gündelik hayatta da durum bundan farklı değil mi? Sadece diploma sahibi olmak mesleki başarı için yeterli değildir. Çünkü bu süreçte önemli olan diplomanın kendisine kattığı ilave değerlerdir.

Okuma, kişiden kişiye farklılık arz eden bir eylemdir. Çünkü okuma; kilo ile alınıp satılan, metre ile de ölçülüp biçilen nesnel bir cisim değildir.  Okumada en önemli unsur bireyin zihin dünyası ile alakalıdır. Bu nedenle, her okuyucunun kendine has bir okuma tarzı ve buna bağlı okuma listesi vardır. yazının başlığında ‘hangi kitapları okumalı?’  derken, kitap listesi verecek durumda değiliz. Bir dergi veya gazete sütununda okuma listesi vermenin birçok sakıncası olduğu kanaatindeyim. Çünkü bu durum, hastayı görmeden ilaç yazan doktora benzer ki; böyle bir davranışın ne derece sağlıklı olacağını varın siz düşünün! Nitekim bu tür okuma listeleriyle okuma yapmaya çalışan birçok okuyucu, ya okumayı bir süre sonra bırakıyor ya da ezbere bir okuma yapıyor. Çünkü ısmarlama kitap listeleriyle okumayı sürdürmek; yüzmeyi bilmeyen birine teorik olarak yüzmeyi öğretmeye benzer bir başka benzetmeyle.

Okuma faaliyeti içerisinde olanlar, bir süre sonra ne okuyacaklarına; ilgi alanları ve yeteneklerine göre karar verebilirler. Çünkü sürekli kitap okumak, bir nehrin akışı gibidir. Nehir, nasıl zamanla akış yönünü belirliyorsa, kitap okuyucusu da zamanla yönünü bulur. Yaptığı okumalar neticesinde bünye okuma ihtiyacını ortaya koyar ve bir süre sonra okuma hem içerik hem de yöntem olarak yönünü bulur.

Her şeye rağmen edebiyatımızda başarılı okumaları yetenekleriyle birleştirerek önemli ürünler vermiş birçok değerli fikir ve sanat adamının varlığını görürüz. Edebiyatın bu güzelliklerinden istifade ederek kendimize ‘okuma haritası’ çıkarmamız mümkündür. Hatta onların okumalarını güncelleyerek daha verimli okumalar yapmak ta mümkündür. Bu anlamda, edebiyatımızda hem üslubu, hem de fikir ve sanatıyla yer edinmiş birkaç isim vermekte fayda var: Cemil Meriç, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Zarifoğlu,  Nurettin Topçu,  Reşat Nuri Güntekin,  Yahya Kemal Beyatlı,  Yakup Kadri Karaosmanoğlu,  Falih Rıfkı Atay,  Halide Edip Adıvar  Mehmet Akif Ersoy, Nazım Hikmet, Asaf Halet Çelebi, Cemal Süreya, Necip Fazıl Kısakürek,  Sait Faik Abasıyanık…v.s. bir çırpıda akla gelen önemli simalar. Edebiyatta iz bırakan bu ve benzeri ulu çınarları iyi okumalı ve onların yazın serüvenleri üzerine kafa yormalıyız. Unutmamalıyız ki; geleceğimizin aydın olmasını istiyorsak, geçmişimizi iyi tanımamız ve onların güçlerinden enerji devşirmemiz gerekiyor. Konu edebiyat olunca bu durum daha da önem kazanıyor.

Ancak okuyucunun ilgi alanına göre, okumayı çeşitlendirmek ve derinleştirmek mümkündür. İşte bu nedenledir ki, okuma faaliyetinden önce dilin güzelliğini, zenginliğini kavramak ve bunun neticesinde okumalarımızı zevkle yapmak şarttır. Bunun için de yukarıda bir parça isimlerini saydığımız edebiyatımızın bu önemli ustalarını sık sık ziyaret etmekte fayda vardır. Çünkü onları her ziyaretimizde, yeni bir güzellikle karşılaşacağımız muhakkaktır.

Çoğu kere ne okuyacağımızdaki kararsızlık, bizi okumadan uzaklaştırabilir ve bir süre sonra da okumayı bırakmamıza neden olabilir. Çünkü okumak soyut bir iştir ve bu okumalar neticesinde somut bir netice elde etmek çoğu kere mümkün olmayabilir.

Gündelik hayatın yoğunluğu ve yorgunluğu içerisinde genelde okumaya pek vakit ayırtılmaz. Tabii ki bu da okumaya verdiğimiz önem derecesine bağlıdır. Süreklilik arzetmeyen okumalar bir süre sonra kendini okumadan kopartır ve sıradan yaşamın gerekliklerini yerine getirmeye başlar. Bu monoton yaşam ise genelde rahata, tembelliğe endekslidir. Çünkü düşüncenin, sanatın ve dahi estetiğin cezalandırıldığı bir dünyada en zor işlerden biridir okumak. Her insan bu soylu davranışta bulunamaz. Zaten bilinçli bir şekilde okuyan insanı diğer insanlardan ayıran farklılık da bu değil midir?

Yukarıda ifade edilen acı tablodan da anlaşılacağı gibi, eğitim sistemimizdeki kalitesizlik ve kitap okuma oranının düşük olmasının temel nedenlerinden biri de budur aslında.

Burada eğitim sistemi bireye iki türlü fenalıkta bulunuyor: Birincisi bizatihi eğitim sisteminin kendisinden kaynaklı aksaklıklardır ki buna kısmen daha önce değindik. İkincisi ise gördükleri eğitim neticesinde standart tipler yetiştiren bu formel eğitim, bireyin özel olarak gerçekleştirmek istediği okumaların da heyecanını öldürüyor. Okumada perspektifi kaldırıp ezberci bir mantalite virüsü bünyesine yerleştiriyor. Bu durumu aşmak da haliyle zor oluyor. Söz konusu handikabı aşanlar ancak başarılı olabiliyorlar.

Netice olarak; başlı başına soylu bir eylem olan okumada ilk etapta önemli olan; ‘ne okunacağı’ değil, ‘okuma’ eylemine başlamaktır. Elbette ki okuyan bir insan, zamanla okumalarını belli bir sistematiğe sokmak zorundadır. Okumalarının daha verimli ve kalıcı olması için, ilgi alanı ve yeteneğine göre belli bir okuma programı oluşturacaktır. Bunun için de çevresindeki işin ehli insanlardan faydalanması gerekir.

Yeni ufuklar ve dönüşümler için bilinçli, verimli ve kalıcı okumalar temennisiyle…

 

Paylaş:

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.