“Hüner bir şehir bünyad etmektir,  Reaya kalbin abad etmektir.” FSM
Paylaş:

BİR ŞEHİR BÜNYAD ETMEK…

 

“Hüner bir şehir bünyad etmektir,

Reaya kalbin abad etmektir.”

FSM

Zelzele Vayeylası…

Birçok ülke şehirleriyle anılıyor günümüzde. Öyle ki şehir, ülkenin önüne bile geçmiştir. Ülkenin nabzı o şehirlerde atar. Gündemi, piyasayı, siyasayı, kültür-sanatı, modayı… oralar belirler. Sadece ait oldukları ülkenin değil, dünyanın da nabzını tutarlar.

Nihayetinde ülkeleri oluşturan şehirleri değil midir? Ülkenin tekli, çiftli veya çoklu saç ayakları gibi bütün yükü taşırlar. Köy, kasaba ve de ilçeler ise şehrin yükünü hafifletirler. Modern çağ bu yapıyı daha da kuvvetlendirdi. Nüfusun çoğunluğunun şehirlerde yaşıyor olması da bu yapının oluşmasında etkendir lakin esas mesela insan odaklı yaşamdan eşya odaklı yaşama geçiş olmasıdır.

Evet, ülkeler şehirleriyle, şehirler ise köy, kasaba ve ilçeleriyle ayakta dururlar. Hepsinin ortak paydası ise orada yaşayanlardır, yani insan… Çünkü yeryüzü vadisinde esas özne eşref-i mahlukat olan insandır. Gerisi, eskilerin tabiri ile kal u kildir. O nedenle, köyler, şehirler… derken içindeki insanı esas almak durumundayız. Şehirde yaşayanları alıp çıkarırsanız geriye kuru bir toprak parçası kalır. Çünkü şehrin marka değerini oluşturan, şehre ruhunu veren, insan eliyle orada olup-biten, yapıp-edilendir hiç şüphesiz.

Lakin son dönemde yaşadığımız zelzele vayeylası şehir odaklı teorilerimizi de tuzla buz etti adeta. Hesapların üstünde hep başka hesaplar vardır. Yılların birikintisi bir anda un-ufak oldu. Maddi değerler üzerine kurulan eşya odaklı şehir çöktü, medeniyet alabora oldu. Öyle ki bütün kapıları açtığına inanılan modern dönemin sihirli anahtarı bile geçersiz kaldı. Kiracı ile ev sahibi aynı şiddetle sarsıldı. İşçi ile patron aynı enkaz altında kaldı. Zengin ile fakir aynı yağmurda ıslandı. İkisi de aynı soğuğu iliklerine varıncaya kadar hissetti, aynı kuyrukta yemek yedi, aynı ateşte ısındı, aynı çadırda yatıp kalktı. Hayat bir anda sıfırlandı ve de eşitlendi. İnsanlık ilk haline tebdil oldu, aslına rücu etti adeta.

Hemen sonrasında ne mi oldu?

Acılar sarıldı, hüzünler paylaşıldı. -Ne kadar sarıldı, ne kadar paylaşıldı ise o kadar…- Yağmur yağdı sel oldu. Ortalığı toz-duman kapladı. İş makinaları ha bire kemirdi yıkık beton külçelerini…  Siyasisi, bürokratı, yerlisi, ecnebisi enkazı fır döndü… Çadırlar kuruldu, konteynırlar devreye girdi. Yeni bir siyasa ve de piyasa doğdu. Adaylar, aday adaylar boy gösterdi. Akabinde ihaleler, ihlaller, pazarlıklar, vaatler, umutlar, umutsuzluklar… Ve hepsinden en önemlisi fırsat ferasetin önünde geçti.

Sonuçta ne oldu?

-“Eee… tabii ki hayat devam ediyor”, denildi ve tren yol aldı. Unutulmaya başlandı bile her şey. -Ne kadar unutulabildi ise….-

Evet, -doğrudur- depremi de fırsat bilip nemalanmaya devam edenler de olmadı değil. Ve dahi siyasetin en alası gırla gitti. Havada uçuştu beylik ve bellik laflar. İnsan bu, uslanmak ne mümkün!…

İyisi mi çok fazla kıpraşıp depreşmeden, yeni depremler yaşamadan  kaldığımız yerden yol almaya devam etmek…

Ayaklar Baş, Başlar Ayak…

Şehirler yıkılıyor, şehirler kuruluyor. Canlar kayboluyor yeni canlar-cananlar yeşeriyor. Enkaz altında kalan eşyaların yerini yenisi dolduruyor. Burunlarının dikine yükselen eski binaların yerine biraz daha yere çökük vaziyette yenileri dikiliyor.

Her şeye rağmen yaşam devam ediyor ve buna bağlı köyler, kasabalar, şehirler her geçen gün büyüyor, gelişiyor, modernleşiyor.  İnsan nisyan ile malul olduğundandır belki her şey çabuk unutuluyor.

Öyle ki, günümüzde nüfusun çoğunluğu şehirlerde yaşıyor. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte Akıllı Şehirlerden bahsediliyor artık. Siz bakmayın öyle deprem, zelzele yaygaralarına!…Yani her geçen gün dijitalleşen bir dünya ile karşı karşıyayız.

Bu da her geçen gün büyük insan topluluklarının yaşadığı şehirleri ön plana çıkarıyor haliyle. Ve bu nedenle dedik ya ülkeler, şehirleriyle anılıyor günümüzde. Çünkü ülkeler değil, şehirler yarışıyor artık. Tabi şehirleri yarıştıran da içinde yaşayanlar.

Evet, artık bütün engellemelere, direnmelere ve de afadlara rağmen marka şehirler var ve ülkeler şehirleriyle biliniyor, tanınıyor. Bu neredeyse durdurulması imkânsız gibi gözüken baş döndürücü bir gidişat!… birçok başka başka gidişat gibi!…

Lakin bu hızlı akışta asıl maharet, o şehri her yönüyle güçlendirip ayakta tutmakta… Hem teknik olarak şehri iyi bir zeminde kurmak, hem de üstünde güçlü ama insan ruhuna uygun binalar inşa etmek gerekiyor. Yoksa bir sabah kalkarsınız ki, şehir kâğıttan binalar gibi yerle bir olmuş, içindekiler de telef olmuş vaziyette. Ya da ruhları ezilmiş gitmiş, köhnemiş mahluklarla dolu vaziyette… Dememiz o ki; sadece nüfus yığınları ve şaşalı binalarla şehirler güçlü olmuyor hiç şüphesiz. Hele sadece ışıklı tabelalar şehri hiç de güzel kılmıyor. Asıl olan güçlü, insan tabiatına uygun mekanlarla birlikte şehrin ruhunu da inşa etmektir.  Sultan Fatih’in de ifade ettiği gibi;

“Hüner bir şehir bünyad etmektir,

Reaya kalbin abad etmektir.”

Evet, tam da böyle!…

Şayet bünyad ettiğiniz yani kurduğunuz bir şehir orada yaşayanları abad etmiyorsa, şehrin ruhunu oluşturup insanların kendilerini oraya aidiyetlerini oluşturup erdemli bir yaşam oluşturmuyorsa; o şehir bina yığınları ve nüfus kalabalıklarından başka bir şey değildir. Hatta daha ötesi!…

Çünkü çağ bizlere bir de böyle bir sorumluluk yüklüyor.

Peki, bu kısa sürede bunu okuyabildik mi?

Görünen köy kılavuz istemiyor.  Bu sersefil ortamda olup bitenlere bakılırsa pek de iyi bir tablo gözlemlendiği söylenemez. Lakin henüz fırsat da kaçabilmiş değil!…  Umut da tükenmedi henüz… Avuçlarımızın arasında her şey… Sıkı tutarsak akıp gitmez!… Zaten hayat bize hep imkanlar, fırsatlar sunmuyor mu? En çok da o şehrin idarecilerine…

Evet, şehir yöneticilerine de önemli hatırlatmalar var. Çünkü şehir yöneticisi aynı zamanda toplumun da lokomotifidir. Baş ne tarafa yönelirse, gövde ve ayak da o istikamete doğru yol alır ekseriyetle. O nedenle bir defa yöneticinin lokomotif olacak ehliyet ve liyakatte olması şart mı şart…  Akabinde de göstereceği hedef ve yapacak icraatlar önem arzediyor haliyle. Yani ilk düğme doğru iliklenecek ki devamı da doğru olsun. Değil mi?

Daha beliğ ya da klasik bir ifadeyle toparlayacak olursak; ayakların baş, başın ayak olduğu bir yerde pek de hayır aramamak gerekir, biline!…

 kaynak:

 

Paylaş:

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.