‘ALLAH BU MİLLETE BİR DAHA İSTİKLAL MARŞI YAZDIRMASIN’
Paylaş:

‘ALLAH BU MİLLETE BİR DAHA İSTİKLAL MARŞI YAZDIRMASIN’

 

‘Bu, ümitle yazılır. O zaman düşünün, imanım olmasaydı yazabilir miydim? Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır. Şu var ki; İstiklal Marşı’nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihi bir değeri vardır.’

Mehmet Akif ERSOY

 

 

Bu yılın (2021) 12 Mart’ı İstiklal Marşı’nın Mecliste kabulünün tam 100. Yılı… -Meclis de zaten 2021 yılını ‘İstiklal Marşı Yılı’ ilan etti.- Merhum Akif’in Taceddin Dergâhında adeta ciğerlerinden kan çekercesine duvara kazıyarak yazdığı bu tarihi destan, bize hem bir dönemin duygu, düşünce atmosferini; hem de gelecek tasavvuru ve umudunu hatırlatıyor.  

Akif’in bu millete en büyük hizmetlerinden biri olan İstiklal Marşı, tarihten silinmek istenen bir milletin nasıl ve hangi değerlerle ayağa kalktığının, küllerinden yeniden nasıl doğduğunun da açık bir belgesidir. Yani tarihi bir belge…

Aynı şekilde İstiklal Marşı tek dişi kalmış batı medeniyetine ve sömürgecilik düzenine karşı bir başkaldırı ve meydan okumadır. 

En önemlisi ise; İstiklal Marşı, Cumhuriyeti kuran iradenin ne olduğunu bize anlatan önemli bir metindir. Bugün bu hususun yeniden hatırlanması ve hatırlatılması gerekiyor. 

Bununla birlikte İstiklal Marşı’nın bir ‘marş veya şiir’ olmasının ötesinde derin anlamları vardır. Doğrudur, dünya marşları arasında şiiriyeti en yüksek marştır. Fakat o sadece bir şiir, edebi metin olmayıp, muhtevası, manası da son derece önemlidir.

 

İstiklal Marşı Ruhu

İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönemi hatırlayacak olursak, onun hangi ruhla yazıldığını ve bugün nasıl anlaşılması gerektiğini daha iyi kavrarız aslında. O sadece bir metin değil, bir dönemin ve de milletin derin ruhunu içinde barındıran önemli bir tutanaktır.

Hatırlayacak olursak; Anadolu’da tüm olumsuzluklara rağmen yeni bir devlet kuruluyordu. Tüm kuşatılmışlığa rağmen bir inanmışlık ve ümit vardı. O nedenle hem yeni sürecin inşası hem de bu varlığını devam ettirebilmesi için millete birlik ve beraberlik duygusu aşılayacak, ortak heyecanı ifade edecek ortak bir metne ihtiyaç duyuluyordu. 

7 Kasım 1920 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesindeki: 

‘Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine, Maarif Vekâletinden bildirilmiştir.’ başlıklı bir ilânda, ‘Millî marşın, Maarif Vekâletince kurulan edebi bir heyet tarafından yarışmaya katılan eserler arasından 23 Aralık 1920’de seçileceği; yarışmayı kazanan eserin yazarına 500 lira, bestesi için de 1000 lira nakdi mükâfat verileceği’ duyurulur.

Millî Marş yarışmasına 724 şiir katılmış fakat hiçbiri Millî Marş olmaya layık görülmemiştir. Rıza Nur’dan sonra Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi Bey de dâhil olmak üzere herkes, neden Mehmet Akif Bey’in bu yarışmaya katılmadığını merak ettikleri için yakın arkadaşı Hasan Basri Çantay’ı devreye sokarak, Akif’i bu yarışmaya katılması için ikna etmesini istemişler.

Bu arada Yunanlılar, İzmir ve Bursa’dan sonra Kütahya ve Eskişehir’i ele geçirerek, Sakarya vadisi boyunca mevzilenmiş, Ankara’yı tehdit etmeye başlamıştı. Bu durum karşısında Meclis’in Kayseri’ye hatta daha içeride bir yerlere, Sivas ve Malatya gibi şehirlere taşınması bile konuşulmaya başlanmıştı. 

İşte İstiklâl Marşı böyle bir dönemde gündemdedir. Halkı Millî Mücadeleye teşvik için Ankara’ya giden TBMM’nin seçtiği İrşad Encümeni üyeleri Anadolu’ya gitmeye başlamışlardı. Bu ortamda askerin moralini yükseltecek Vatan yahut İstiklâl Marşı’nın yazılıp bestelenmesini istemişlerdir.

İşte böyle bir atmosferde Akif’e, İstiklal Marşı yazma teklifi gelmiştir.

Akif’in deyişiyle; 

O günler ne samimi ne heyecanlı günlerdi. Fakat bir gün bile ümidimizi kaybetmedik, asla yeise düşmedik. Zaten başka türlü çalışabilir miydik? Ne topumuz vardı ne tüfeğimiz… Fakat imanımız çok büyüktü.’

Evet, çok büyük imanları, azim ve kararlılıkları vardı onların. Kocaman yürekleri vardı… Bu dava uğruna sahip oldukları her şeyi feda etmeye hazırlardı. Akif de bu kocaman yürekli inanmış dava adamlarından biriydi. Bu nedenle de Akif, kendi içinde fiili olarak İstiklal Marşı’nı yaşamakta ve yazmaktaydı zaten. Fiili mücadelesiyle o bir İstiklal Marşıydı adeta.

Lakin bütün bir toplumun bu ruha ihtiyacı vardı. Zaten ona da toplumun bu destansı mücadelesinin tarihe geçmesi ve bu ruhun yurdun dört bir yanında diri tutulması ve yeşertilmesi gayesiyle İstiklal Marşı yazma teklifi gelmiştir.

 

Bir Milletin Şahlanış Destanı

İyi bilinmektedir ki; Mehmet Akif bu ülkenin İstiklal Marşı yazabilecek tek ruhudur. Böyle bir marşı ondan başkasının yazabilmesi mümkün değildir. 

O nedenledir ki; Milli Marş için açılan yarışmaya yedi yüzden fazla (724) eser müracaat etmiş olmasına rağmen, dereceye layık eser görülmemiştir. 

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, Akif’ten bu marşı yazmasını rica etmiş fakat Akif; ‘Para için şiir yazamam’ diyerek geri çevirmiştir.

Yakın arkadaşı Hasan Basri Çantay, İstiklal Marşı için konulan ödülün kaldırılmasının akabinde Akif’le arasında geçen bir diyalogu şöyle dile getirir:

Mecliste Akif’le yanyana oturuyoruz. Çantamdan bir kâğıt parçası çıkardım. Ciddi ve düşünceli bir tavır ile sıranın üstüne kapandım, güya bir şey yazmaya hazırlanmıştım. Üstad ile konuşuyoruz:

– Ne düşünüyorsun Basri?

– Mani olma, işim var!

– Peki, bir şey mi yazacaksın?

– Evet.

– Ben mani olacaksam kalkayım.

– Hayır, hiç olmazsa ilhamından ruhuma bir şey sıçrar!

– Anlamadım.

– Şiir yazacağım da…

– Ne şiiri?

– Ne şiiri olacak. İstiklal şiiri! Artık onu yazmak bize düştü!

– Gelen şiirler ne olmuş?

– Beğenilmemiş.

– Büyük bir üzüntüyle: ‘Ya!’

– Üstad bu marşı biz yazacağız!

– Yazalım, amma, şartları berbat!

– Hayır, şart filan yok. Siz yazarsanız müsabaka şekli kalkacak.

– Olmaz, kaldırılamaz, ilan edildi.

-Canım, Vekalet buna bir şekil bulacak. Sizin maaşınız yine resmen Mecliste kabul edilecek, güneş varken yıldızı kim arar?

– Peki bir de ikramiye vardı?

– Tabi alacaksınız!

– Vallahi almam!

– Yahu latife ediyorum, onu da bir hayır müessesesine veririz. Siz bunları düşünmeyin!

– Vekalet kabul edecek mi ya?

– Ben Hamdullah Suphi Bey’le görüştüm. Mutabık kaldık. Hatta sizin namınıza söz bile verdim!

– Söz mü verdiniz, söz mü verdiniz?

– Evet!

– Peki, ne yapacağız?

– Yazacağız!

Tekrar tekrar ‘söz verdin mi?’ diye sorduktan ve benden aynı kati cevapları aldıktan sonra, elimdeki kâğıda sarıldı, kalemini eline aldı, benim daldığım suni hayale şimdi gerçekten o dalmıştı.’

Evet, Akif kendisine kazansa bile para verilmeyeceği hususuna ikna olunca ancak yazmayı kabul etmiş ve Tacettin Dergâhına kapanarak İstiklal Marşı’nı yazmıştır. Dergâh, Akif Ankara’ya geldiğinde mesken sorunu olduğundan dolayı bizzat Şeyh (Taceddin Mustafa) tarafından Akif’e tahsis edilmiştir.

İki gün gibi kısa bir sürede yazılan bu Milli Marşı, Akif’ten başkası yazamazdı hiç şüphesiz. İstanbul’da bazı gazeteler manda isterken Akif’in göğsü Ankara’da yazacağı İstiklal Marşı ile zaten dolu idi. Büyük sancılar içerisinde o mısralar yazıldı. Adeta yüreğinden kamışla kan çekercesine o mısralar tarihe yazıldı.

Arkadaşlarının ifadesine göre; sabahleyin uyandıklarında Akif’in kaldığı odasının duvarlarında İstiklal Marşı’nın ilk iki kıtasının yazıldığını görürler. Bu durum bize her şeyi anlatıyor aslında. Kuşkusuz tırnaklarıyla duvara kazınarak yazılan bir marş ancak bu kadar yürekten olabilirdi.

İşte o, böyle bir halet-i ruhiye içerisinde bir milletin şahlanış destanını yazmıştır. Bütün bir milletin duygularına tercüman olmuştur böylece.

Akif’in yazdığı İstiklal Marşı ilk defa 17 Şubat 1921 tarihinde Sebilürreşad ve Hâkimiyet-i Milliye gazetelerinde yayınlanmıştır. 

 

Alkışlardan Meclisin Tavanları Sarsılıyor

İstiklâl Marşı, Meclis kürsüsünde ilk defa 1 Mart 1921 günü Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından okunur; Çantay o günleri anlatırken: 

‘Mebusların alkışlarından meclisin tavanları sarsılıyordu… Üstad ise mahcubiyetinden, başını kollarının arasına sokmuş, sıranın üstüne yumulmuştu.’ der.

Marşın resmi kabulü ise Meclis’in 12 Mart 1337 (1921) tarihli oturumunda gerçekleşmiştir. Akif’in şiirinin İstiklâl Marşı olarak kabulüne dair birçok önerge verilmiştir. En sonunda; ‘bütün meclisin ve halkın beğenisini kazanan Mehmet Akif’in şiirinin tercihen kabulünü teklif eden’ Karesi (Balıkesir) Milletvekili Hasan Basri Bey’in önergesi oylanarak kabul edilmiştir. Diğer milletvekilleri tarafından ‘milletin ruhuna tercüman olan ve meclisin kabulü ile resmî bir mahiyet kazanan İstiklâl Marşı’nın ayakta dinlenmek üzere, Maarif Vekili tarafından bir defa daha meclis kürsüsünden okunması’teklif edilmiştir. Bütün üyeler ayağa kalkarak Hamdullah Suphi Bey’in okuduğu İstiklâl Marşı’nı bir kere daha büyük bir coşku ve heyecan içinde dinlemiştir. 

Mecliste bütün bu olaylar yaşanırken Akif ise heyecan ve mahcubiyetinden Meclis’te duramamış, salondan ayrılmıştır. 

İstememesine rağmen muhasebeden çıkışı yapıldığı için ödül olarak verilen beş yüz lirayı fakir Müslüman kadın ve çocuklarına meslek öğreterek fakirliklerine son verme gayesi ile faaliyet gösteren Daru’l-Mesai adlı hayır kuruluşuna bağışta bulunmuştur. Hâlbuki Akif, İstiklal Marşı’nı kaleme aldığı Ankara günlerinde oldukça büyük maddî sıkıntılar içindedir. Öyle ki, İstiklal Marşı’nın okunacağı gün, Meclis’e giderken yakın arkadaşı arkadaşının paltosunu ödünç almıştır. Palto alacak parası yoktur. Böyle olmasına rağmen o, asil duruşunu sürdürmeye devam etmiştir.

 

Allah Bu Millete Bir Daha İstiklal Marşı Yazdırmasın!

Böylece bir milletin yeniden diriliş ve kendine geliş marşını tarihe mal eden Akif; ‘Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın’ duasında bulunmuştur. Öyle ki; milletine armağan ettiği bu marşı, yedi eserinden oluşan Safahat adlı külliyatına bile almamıştır. Bu durumu Eşref Edip’e şöyle anlatır:

‘İstiklal Marşı’nı milletime hediye ettim. O milletindir, benimle alakası kesilmiştir. Zaten o milletin öz malı ve eseridir. Ben yalnız gördüğümü yazdım.’

Akif, hasta yatağında verdiği bir röportajında da İstiklal Marşı’nı nasıl yazdığı ile alakalı şunları söyler;

‘Bu, ümitle yazılır. O zaman düşünün, imanım olmasaydı yazabilir miydim? Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır. Şu var ki; İstiklal Marşı’nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihi bir değeri vardır.’

İstiklal Marşı’nın o yüce ruhu hala yaşıyor ve ebediyen de yaşayacaktır. Unutmamak gerekir ki; İstiklal Marşı’ndaki o ruh, Akif’in bütün hayatını vakfettiği yüce İslam’dır. Onun kavi imanının tezahürüdür. Zaten dün de bugün de Akif’e karşı duranların, onu karalamaya çalışanların bilinçaltında da bu durum vardır.

İstiklal Marşı’nın ruhu ebediyen yaşasın ve Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!…

 

 kaynak:

Paylaş:

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.