Paylaş:

“Şimdi üzgünüz arkadaş
Yolumuza çıkmayın üzgünüz…

Hava çok hoş denizin tuttuğu yerler derin
-Konuş şimdi zaman hiç geriledi mi
Hava çok hoş kuşların tuttuğu yerler berrak
-Konuş şimdi daveti duydun mu
Bir gece uyandın ki ellerin başaklarda
-Konuş şimdi açık ağzına o gül yaprağı konan şehidi gördün mü
Çoktan hayretle dondu kaldı bağlar ovalar
-Konuş şimdi bekliyor mu yalınayak çocukları ağacında buğday”

Cahit Zarifoğlu

 

15 Temmuz’un  ilk şehidi Ömer Halisdemir’den tutun da son şehit Ramazan Sarıkaya’ya (bu yazının kaleme alındığı tarih (24.08.2016) itibariyle 241. şehit)  varıncaya kadar bütün şehitlere gıpta ile bakıyor insan. Kıskanıyor insan onları! Erol Olçok’u, Abdullah Tayyib’i, Halil Kantarcı’yı, Varank’ı… hangi birini saysam ki… Her biri ayrı bir yıldız…

En çok da son şehidim Ramazan Sarıkaya’yı kıskanıyorum ben!

Üniversite yıllarımızın Ramazan abisi, hocası, sohbet halkası neferi, fedakar dost, güzel insan Ramazan Sarıkaya. Kendini öyle bir adadın ki bu yola, nefsini öyle bir aldın ki ayaklarının altına… Öyle bir içtenlikle çaylarını sundun ki gönlümüze… Nasıl tarif etsem, ne şekilde anlatsam ki seni! Ne desem, ne yazsam seni anlatmaya kifayet etmez. İçimdeki büyük bir yarayı deştin ya Ramazan abi! Büyük bir boşluğa yuvarladın ya!… Meğer sen dünyadayken o mertebeye ermişsin de gafil olan bizmişiz be Ramazan abi! Ellerinden içtiğimiz o çaylar meğer ne mübarekmiş de fark edememişiz!

Güle güle güzel kardeşim, söz verdim gözyaşı dökmeyeceğim! Sana değil, kendi içime akıtacağım oluk oluk gözyaşlarını! Sana karşı mahcupuz! Fatih camiinde cenaze namazına katılacağım. Ama ne yüzle! Ne olur affet bizi!

Hatırlıyor musun Ramazan abi, 1990’lı yılların o puslu atmosferinde evlerimizin rutubetli odalarında demlendiğimiz keskin sohbetlerimiz vardı. Her hafta sonu konuşa konuşa bitiremediğimiz derin mevzularla ülkeler fethediyor, devletler inşa ediyorduk. Kelimelerden binekler yapıp ülke ülke geziyor, çağları deviriyorduk. Afganistan senin, Keşmir benimdi. Tağuti rejimler deviriyor, Firavunları yere seriyor, çağdaş Ebu Cehillere diş bileniyorduk! İlah, rab, tevhid, şirk… tılsımlı kavramlarımızdı. Mekke dönemini yaşıyorduk. Hz. Ömer’in Müslüman olmasını bekliyorduk. Her birimiz birer Mus’ab, Bilal, Sümeyye… idik. Kur’an ayet ayet iniyordu adeta. Tek rehber peygamberdi. Öylece kaptırmış gidiyorduk…

Üniversite kapılarında toy delikanlıydık henüz. Anadolu’nun ücra bir köşesinden metropol şehre adım atmıştık. Bu uçsuz bucaksız şehirde kol-kanat olmuştun bize. Bizse henüz yeni terliyen iki tel sakalımızla dünyaya kafa tuttuğumuz günleri yaşıyorduk. Abdurrahman abimiz vardı dağ gibi yaslandığımız. İsmet abi,  Ali abi, Adem abi, Hasan abi, Muhammed, Murtaza, Harun…

Üniversiteliydik, esnaf çalışması yapıyorduk taşra semtlerde. Piknikler, sohbetler, iftarlar, şehadet geceleri… Devrim ateşini buralardan yakacaktık. Dalga dalga büyüyüp halk hareketiyle ilahi kelimetullahı hâkim kılacaktık. Büyük büyük hayallerimiz vardı geleceğe dair… Şehadet şerbetine susamıştık! Dünya bir oyun eğlenceydi gerçekte!

Bir çocuk masumiyetiyle evcilik oynuyorduk sanki! Arıydık, duruyduk, saftık, samimiydik… Asr-ı Saadeti yaşıyor gibiydik. Gerçek miydi, rüya mıydı, neydi Ramazan abi, hatırlıyor musun?

Ne olduysa birden… Nerden geldiyse o kahrolası ses! Kısa keseyim; işaret geldi, düdük çaldı: 28 Şubat kasırgası savurdu her birimizi bir yana! Bir açtık gözlerimizi, pir açtık. Uzun süre şok halini üzerimizden atamaz olduk. Ashab-ı Kehf gibi derin bir uykuya daldık. Ortalıklarda görünmez olduk bir hayli zaman. İşe güce koyulduk, çoluk çocuğa karıştık. Türkümüz yarım kaldı, sevdamız yaralandı. Bayrağı bıraktığımız yerden devralanlar oldu. Ama biz hala kayıptık, evet evet kayıp kuşaktık. Ve öyle de kalacaktık.

Yine ne olduysa, yeniden yeşerdik gür bir şekilde. Ya da gübrelenip yeşertildik mi? Gene bir rüya mıydı bu! Yoksa… Ama bu sefer temkinliydik. Akıllandık, uslandık, bilendik… Kurduğumuz cümle paraglaflaşıp kitaplaştı. Kitaplar çoğalıp kütüphaneleşti. Kütüphaneler dolup taştı…

Her şeye rağmen bir hatıra kaldı aramızda. Bir ahitti çocukluk aşkımız. O sevdaya sadık duvardiplerinde buluştuk bunca zaman. Sevdamızın ilk durağı Fatih Duvardibi parolamız oldu. Ne zaman daralsak soluğu o taburelerde aldık. Cumanın hatırına devam eden buluşmalarımızda o mütebessim yüzünle elinden şifalı çaylar içtik. Gecenin geç vakitlerine kadar giriş kattan tepsi tepsi çaylar taşıdın masa etrafındaki hararetli tartışmalarımıza. Öyle teselli ettik kendimizi. Öylece soluklandık bunca zaman. Hala da öyle devam ediyor aşkımıza sadakatimiz.

Ne olduysa 15 Temmuz gecesi oldu. Saraçhane önünde kurşunlara koşmuştun sen korkusuzca! Söz konusu şahadetse en çok sana yakışıyor Ramazan abi. En çok sen hak ettin o mertebeyi! Kutlu olsun güzel abim. Unutma bu fani dünyada hala oyalanan kardeşlerin var. Bizi de komşuluğuna kabul eder misin acaba? Taşra mahallelerde yaptığımız o rutubetli odalardaki sohbetler hatırına, bizi de makamına alır mısın? Biz senden razıyız, rabbim de senden razı olsun!

Hem yaşantınla, hem de şahadetinle bize çok şey öğrettin Ramazan abi!.

Hatırlattın bize;  en ulvi mertebelerden biri olan şehitlik her kişiye değil, er kişiye nasip oluyor!

Şahidiz şehidim!

Şahadetin kutlu olsun!…

Paylaş:

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.