Kudüs’e Karşı Görevimiz
Paylaş:

Kudüs’e Karşı Görevimiz

Sevgili Dost,

Kudüs aynı zamanda İslam dünyasının gücünü sembolize eden mihenk taşıdır. Çünkü her Müslüman bilir ki; taşıdığı tarihi misyon, kültürel değer ve inanç açısından Kudüs çok önemli bir yere sahiptir. Dünden bugüne onun sevinci İslam dünyasının sevinci; mahzunluğu da topyekûn dünya Müslümanlarını yasa boğmuştur. Kudüs gücümüzdür, onun yokluğu zayıflığımızın/zafiyetimizin alametidir. Maalesef İslam dünyası zayıf durumdadır.

 

Kıymetli Dost,

Yaklaşık 400 yıl Osmanlı idaresinde kalmış Kudüs, 1917 yılından beri İngilizlerin işgaliyle birlikte esareti soluyor. Gücümüzü kaybettik. Bu kutsal şehrin işgali ile birlikte İslam ümmeti de zayıflamış oldu. Çünkü Kudüs yönetimini elinde bulundurmak aynı zamanda gücü de sembolize etmektedir. Bunu iyi bilen batı, özellikle Birinci Dünya Savaşıyla birlikte tek tek İslam dünyasının dini sembolize eden merkezlerini ele geçirmişler ve böylece Arap dünyası başta olmak üzere halkı Müslüman olan ülkeleri bir bir parçalamışlardır. Şam, Kudüs, Medine bir bir düşmüştür bu yıllarda.

Oysa H.16/M.646 yılında Romalıların işgali altındaki Kudüs’ü Hz. Ömer barış yoluyla fethederek Mescid-i Aksa ve çevresine hak ettiği itibarı yeniden kazandırmıştır. Hz. Ömer’in sulh çerçevesinde Kudüs ahalisi ile yapmış olduğu anlaşma Osmanlı arşivlerinde yer almaktadır. Hz Ömer şehrin anahtarlarını Kudüs Patriği Sophronios’tan bir şartla teslim almıştır: “Yahudilere Kudüs’te ikamet izni verilmemesi…” Aynı şarta Selahattin Eyyubi ve Osmanlı sultanları da riayet etmişlerdir. Çünkü Yahudilerin buralara yerleşmesiyle birlikte hemen bir Yahudi devleti kurmak için örgütleneceğini biliyorlardı. Bu nedenle de onların buralara yerleşmelerine müsaade edilmemiştir. Öyle ki, Osmanlının son dönemlerinde özellikle de Sultan Abdülhamit’e Siyonistlerin önde gelenleri tarafından Yahudilerin Kudüs’te mülk edinmeleri ve buralara yerleşmeleri konusunda yoğun baskıları olmuştur. Sultan Abdülhamit, bu yoğun baskılara rağmen dik durmuş ve şu tarihi cevabı vermiştir:

“Yahudiler, Osmanlı sınırları içerisinde Filistin hariç istedikleri yerde güven içerisinde yaşayabilirler. Osmanlı devletinin kapısı tüm mazlumlara açıktır. Ancak Filistin’de temeli din olan bir Yahudi devletinin kurulmasına asla izin vermeyiz. Göç ederek Osmanlı topraklarına gelen Yahudilere düşen, Osmanlı vatandaşlığına girmek ve imparatorluk sınırları içinde halka tatbik edilen kanunlara uymak olacaktır.”

Bu durum 1917’de Kudüs, İngilizler tarafından işgal edilinceye kadar sürmüştür. Bundan sonra İngiltere, Yahudilerin Kudüs’e yerleşmelerinin önünü açmış ve kısa sürede on binlerce Yahudi buralara yerleşmiştir. Böylece korkulan da olmuştur. Yahudiler buralara yerleşerek Yahudi devleti için Avrupa ve Amerika’da lobi faaliyetlerine başlamışlar ve kısa sürede muvaffak da olmuşlardır.

Kıymetli Dost,

İslam dünyasının gerilemesiyle birlikte Haçlılar Kudüs’ü iki yüzyıl boyunca işgal etmiş ve taş üstünde taş bırakmamışlardır. Öyle ki; Kudüs’ü kan gölüne çevirmiş ve Müslümanları yerlerinden, yurtlarından etmişlerdir. Binlerce Filistinli göç etmek zorunda kalmıştır. Bakın bu durumu Kâhin Dims Doclos hatıralarında nasıl dile getiriyor:

“Bizim kavmimiz kan dökmekte o kadar aşırıya gitmişti ki, Kudüs’te her yer kan gölüne dönmüştü. Her tarafta kollar ayaklar yüzüyordu. Askerler cesetlerden çıkan kokulara dayanamaz hale gelmişlerdi.”

Öyle ki bazı rivayetlere göre Haçlı saldırılarıyla birlikte Kudüs’te iki yüz bin civarında Filistinli katledilmiştir. Zalim hep zalimdir ve Allah korkusu olmadığı müddetçe zalimliğine devam eder.

Aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen aynı gaddarlık, barbarlık bugün de İsrail devleti tarafından yapılmıyor mu? Gazze’de genç, yaşlı, çocuk demeden bombalar yağdırılıyor Müslümanların başına. Camiler, hastaneler, okullar bombalanıyor. Her gün onlarca suçsuz insan yok yere öldürülüyor.

Kıymetli Dost,

Oysa Hz. Ömer ve Selahattin Eyyubi Kudüs’ü fethettiklerinde orda yaşayan gayri Müslimlere dokunmamış ve anlaşma yoluyla şehri fethetmişlerdir. O hoşgörüden bu barbarlığa ne kadar da fark var değil mi?

Kudüs’ün yeniden itibarının iadesi için tüm dünya Müslümanlarına büyük görevler düşmektedir. Kudüs işgal altında olduğu müddetçe Müslüman’a rahat yoktur. Hz. Ömer bu inanışla Kudüs’ü fethetme şerefine nail olmuştur. Selahattin Eyyubi de bu bilinçle Kudüs’ü yeniden fethetmiş ve Nurettin Zengi’nin yirmi yıl önce yaptırdığı o harikulade minberi Mescid-i Aksa’ya koyarak zaferini taçlandırmıştır.

Bugün de Kudüs kurtarıcısını beklemektedir. Hz. Ömer’in düsturu bizim düsturumuz olmalı:

“Biz İslam’la şeref bulmuş bir milletiz, eğer bu şereften uzaklaşırsak Allah bizi zelil eder.”

Evet, zelilliğimiz diz boyu ey dost. Bu zelilliği üzerimizden atmak artık boynumuzun borcu olmuştur.

Aziz Dost,

Ümitsizliğe düşmeye gerek yok. İmam Ahmet b. Hanbelî bu konuda bize çıkış yolu gösteriyor. Dinleyelim:

“Bu ümmetin sonuncuları da, ancak ilklerin kurtuluşa eriştiği şeylerle kurtulabilir.”

Çok genel ama çok özel bir işaret. Yaşadığı şartları göz önünde bulunduran sorumluluk sahibi her Müslüman, İslam dünyasının kurtuluşunun Kudüs’ten geçtiğini bilmelidir. İçinde Kudüs’ün olmadığı cümle eksiktir kanımca. Bu bilinçle işaret tabelalarına dikkat etmelidir. Dua ve eylemelerimizde Kudüs’ü unutmamalıyız.

 

Can Dost,

Son dönemlerde hızla artan Arap dünyasının uyanışını hayırla yâd etmek lazım. Bir kıpırdanış, bir silkiniş göze çarpıyor. Şer güçleri de bu arada boş durmuyorlar elbette. Zafer sarhoşluğuna kapılmadan istikrarlı bir şekilde yola devam etmek gerekir. Umarız bu yol Kudüs’ün yoludur ve bu uyanış dalga dalga yayılıp İslam dünyasını hak ettiği konuma getirecektir.

Kudüs; İslam dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır. Her Müslüman bu sinsi Yahudi düşmanlığına karşı uyanık olmalı ve mücadele azmini zinde tutmalıdır. İsrail terörist gayri meşru bir devlettir ve bu devlet adeta terör makinesi olmuştur. Öyle olmasa keyfi estiği zaman mazlum Filistin halkının üzerine bombaları yağdırmaz. Batı desteğiyle İslam dünyasının kalbine konuşlandırılan İsrail’in geçmişte olduğu gibi günümüzde de en büyük destekçisi hiç şüphesiz ABD’dir. Öyle ki; en son geçtiğimiz Kasım 2012’de yersiz ve suçsuz yere Gazze’ye bombalar yağdıran İsrail’in bu insanlık dışı saldırılarını; “savunma hakkını kullanma” olarak ifade eden Barak Obama bu açık desteği adeta yinelemiştir. Ancak her şeye rağmen son yıllarda Arap uyanışıyla birlikte kamuoyu Filistin lehine dönmüş durumda. Ve Filistin artık devletleşme yolunda hızla ilerliyor. Gazzeli çocuklar artık acılarını dindirebilecek inşallah. Ve ancak İslam dünyasının tek yumruk olmasıyla bu mümkündür. Umarız o günler yakındır.

 

Seni unutmak ne mümkün ey Kudüs! Karın ve yağmurun yağışını nasıl unutmuyorsak seni de unutmayacağız. Yemeyi içmeyi nasıl unutmuyorsak seni de unutmak mümkün değil ey Kudüs! Sen yüreğimizden bir parçasın. Sensiz yaşam haraptır bize. Sen var oldukça varlığımızın bir anlamı vardır. Senin yokluğun yıkılıştır bizim için.

Sen rüyalarımızın şehri ey Kudüs! Sen İslam dünyasının ortak davasısın. Mahzunluğun mahzunluğumuz, esaretin esaretimizdir ey Kudüs! Damarlarımızda senin heyecanınla pompalanan kan dolaşıyor. Ve sen bizim can damarımızsın.

And olsun ki; Kudüs bağımsızlığına kovuşuncaya ve din yalnız Allahın oluncaya kadar mücadelemiz devam edecektir.

“Ey Kudüs!

Allah’ın seçtiği toprak ve onun kullarının vatanı! Senin duvarlarından dünya, dünya oldu.

Ey Kudüs!

Sana doğru inen çıy taneleri bütün hastalıklara şifa getiriyor. Çünkü geldiği yer, Cennetin bahçeleri.

Sağlıcakla kal…

KAYNAK:

Hüzün Postası, Yusuf TOSUN, Çıra Yayınları S: 83-88

Paylaş:

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.