Amerika Günlüğü
Paylaş:
  1. 17 Nisan 2017

Bahar aylarının ilk günlerinde üç kıta aşarak yolculukta bulunduğum Miami Beach zihnimde yeni pencerelerin aralanmasana vesile oldu. Amerika’nın Florida eyaletinde yer alan Miami bu kıtanın en canlı, en renkli, en keyifli(!) şehirlerinden biri. Amerika’nın Güney’inde okyanus içerisinde adacıklardan oluşan bu şehir, dünyanın değişik bölgelerinden gelen insanların tatil beldesi. Şehre hareketlilik veren ortak payda tatil olmakla birlikte daha çok üst düzey zengin bir sınıfın mekânı haline gelmiş durumda. Bu yönüyle de şehir sosyolojik olarak incelemeyi karmaşık hale getiriyor.

Çünkü şehri tanımlayan ve ruhunu oluşturan temel öge insandır. İnsanların kültürü o şehrin karakterini oluşturur. Yani insan şehre ruhunu verir bu tür şehirlerde. Bu nedenle de şehrin ruh yapısını insanların yüzlerinden okumaya çalışırsınız. Hele Miami gibi uzun bir tarihçesi de olmayan şehirlerde ise temel belirleyici unsur daha önemli bir hal alıyor.

 

  1. 18 Nisan 2017

Karışık bir ruh haline sahip bu şehir. Orta yaş insanın arayışı gözlerinden okunuyor. Hareketli ama mutlu değil! Gelişiyor ama ruhunu bulabilmiş değil. Yani her haliyle karışık bir toplum. Üst düzey zengin bir tabakanın eğlence mekânı olma yolunda hızla ilerliyor. Her şeye rağmen kendini arayan bir şehir…

Deniz, güneş, kum bu şehirde gani gani var.

Dünyadayken cennet arayışında olanların konakladığı ama doyumsuzluğunun mutsuzluğu yüzünden akan şehir!

Şehre canlılığı veren en önemli doğal unsur güneş, deniz, okyanus yani su… Miami için bir su şehri dense yeridir.

İnsanların renkleri, dilleri ve dahi dinleri bir hayli farklı… Mozaik bir şehirde ortak bir kültür de yok haliyle.

Miami, zevkperestlerin zirve yaptığı ama doyumsuzluğu tüketmeyen bir şehir…

Kimilerine göre “cennetin bekleme odası” olarak tanımlansa da sanki cennetten hızla uzaklaştıran bir şehir görünümünde aslında.

Karma bir kültürün var olduğu dolayısı ile kültürsüzlüğün hızla artış gösterdiği bu şehir insan yalnızlığına yaşar ancak.

  • 19 Nisan 2017

Şehir binaları hızla, göğü delercesine yükseliyor. Yükselen binalardan ise mutsuzluk yayılıyor şehrin dört bir yanına. Binaların tarihi bir geçmişinin olmaması şehrin de köksüzlüğüne işaret ediyor. İnsan ile binalar birbirine benzeşim halinde. Zamanla insanların hisleri binalara, binaların de ruh hali insanlara yansıyor.

Şehir varlığını yüksek sesli ünlemlerle dile getirmeye çalışırken, haksız insanın naralarını anımsatıyor insana.

Velhasıl bu şehirde yaşamak, anlık hazların yanında daimi bir mutsuzluk barındırıyor içinde. Bu da tedirgin ediyor insanı haliyle. Gelecek bu şehirde flu gözüküyor. İnsan kendini tamamen teslim edemiyor bu şehre. Henüz rüştünü de ispatlayabilmiş değil!

İnsan bu şehirde bir gece vakti ansızın kaçma fırsatını arıyor. Her ne kadar gündelik meşgaleler insanı bir parça dinlendirse de bir an önce buralardan kaçmayı özlüyor insan!

Üç gün boyunca insanları yüzlerinden okumaya çalıştığım bu şehir yabancı bana. İnsanıyla, deniziyle, güneşi ve de kumsalıyla farklı bir dünyanın rengi hâkim buralara. Hâkim de değil ya!… Ama şehir rengini bulma yolunda hızla ilerliyor. Yeni bir renk mi? Renksizlik mi? Zaman gösterecek bütün olup bitenlerin neticesini…

 

  1. 20 Nisan 2017

Tampa Havaalanına sessizlik içinde gece inişi… Karanlığın insandaki sükunetini arayışıyla birlikte insanı insana burkan bir dinginlik…

İnsanı gözlemlemekle şehrin kapısını çalıyoruz. Kabul eder mi şehir yabancıyı içine? Yabancı dediysem sadece kıtaları farklı, nihayetinde aynı gökyüzü altında yaşıyoruz. Aynı güneşten ısınıp aydınlanıyoruz. Öyleyse yer küre üzerinde yabancı olunur mu hiç?

Ama unutmayalım ki; hiç bu kadar insan kendine yabancılaşmamıştı.

Gün klasik bir kahvaltı ile başlar yabancı için buralarda. Kahvaltı mı dediniz? En çok peynir, zeytin özlemi çekersiniz. Birkaç günlük de olsa bu duygu gelir, gider.

Tampa’dan sabahın erken saatlerinde malzeme testlerini yapacağımız fabrika yoluna koyuluyoruz. Güneşli ama rahatsızlık vermeyen bir havada geçiyor yolculuk. Fabrika dediysem devasa binalar düşünmeyin. Varınca anlıyoruz ki; gösteriş değil, işlev daha çok ön planda.

Nitekim orman içerisinde sanayi bölgesini andıran bir muhitte yani Clearwater’da fabrikanın montaj ve test ünitelerinin olduğu yere varıyoruz. Sessiz ve sakin bir ortam. Herkes kendi işiyle meşgul. Kısa bir fabrika tanıtım turundan sonra küçük bir toplantı ve ikramlarla işe başlıyoruz.

Dünyanın birkaç ülkesinde üretilen elektrik malzemesi yani soft starter (yumuşak yol verici) için buralardayız. Ne hazin ki bu önemli üretim henüz ülkemizde yok. Zor mu? Değil! Üretilmesi mümkün mü? Konuştuğumuz yetkili mühendis arkadaşlarımız mümkün olduğunun altını çiziyorlar. Artık ülkemizde de mühendislik istenen düzeyde olmasa da epey bir mesafe katetti. Biraz cesaret, biraz teşvik ve tabii ki istikrar önemli.

Amerikalı meslektaşımızla biraz teknik konular, kısmen güncel ve de siyasi konularda konuşuyoruz öğle yemeğinde. Rahat ve kendilerinden eminler. Gündelik hayatta panikleme yok. Dış görüntüde stres de yok ama iç dünyaları öyle tahmin ediyorum ki fokur fokur. Çünkü sadece demo yeterli olmuyor. Bedende ruh olmayınca o vücut gün gelir çürüyüp gider. Doğa güzel, yaşam düzenli, gelecek ve geçim kaygısı yok ama yalnızlık hat safhada.

  1. 21 Nisan 2017

 

Tampa’ya dönüş yolunda minareli bir yapı gözümüze çarpıyor. Yaklaşınca bunun Albania yani Arnavutluk camisi olduğunu görüyoruz. İçimiz seviniyor. Vakit ikindi, namazlarımızı eda ederken cami imamı çıkışta bizi bırakmıyor. Türk olduğumuzu söyleyince daha da seviniyorlar. Evrensel bir dinin müntesibi olunca ne sınırlar, ne diller ne de ırklar sizi bölebilir. Oturup sohbet edip çay içiyoruz. Erdoğan’ı soruyorlar. Biraz Türkiye’den bahsediyoruz. Bizden daha iyi takip ediyorlar ülkemizi. Seviyorlar Erdoğan’ı, gururlanıyoruz haliyle.

Akşam ezanı vakti geldiğinde camiye geçiyoruz ama önce ezan… Kosova  kökenli imam efendi ezan okumamızı rica ediyor. Ekip arkadaşlarım beni işaret ediyorlar. Kıramıyoruz. Evrensel çağrıyı Amerika kıtasında hasbelkader seslendirmek nasip oluyor. Şükrediyoruz. İçimizden geldiğince “Allah-u Ekber… Allah-u Ekber” sedalarını arşa gönderiyoruz. Akşam namazında müezzinlik ve veda ile otelimize yani Tampa’ya doğru yola koyuluyoruz.

Akşam Clearwater sahilini gezme imkânımız oluyor. Muhteşem bir doğa manzarası… Deniz, kum bir o kadar güzel gözüküyor ki! Sadece gezmek ve gözlemlemekle yetiniyoruz.

Buralarda insanlar semiz ve kendilerine kaliteli vakit ayırıyorlar. Herkesin bir meşguliyeti, işi var.

Akşam yorgun argın kaldığımız ötele atıyoruz kendimizi. Uykunun verdiği huzurla ertesi güne uyanıyoruz.

 

  1. 22 Nisan 2017

Uzun yolculuklarının bereketli tarafı kitap sayfaları arasında kaybolmaktır bana göre. Bu uzun Amerika yolculuğunda Şevket Süreyya Aydemir’in ‘Suyu Arayan Adam’ eserini okudum. Geç kalınmış bir okuma olarak not ettim belleğime. Kendi hayat hikayesi üzerinden Osmanlı’nın son yılları ve Cumhuriyetin ilk yıllarının farklı bir cepheden yazılmış anekdotlarını zevkle okuyorsunuz. Orduda yedek subaylıkla başlayan hayat hikayesi Anadolu Sarıkamış cephesine, oradan da Turancılık peşinde Kafkasya ve Rusya’ya uzayan uzun bir serüven var bu çalışmada.

Yolculukların en sabırsızlanılanı ise kanımca yurduna, şehrine, evine yapılan dönüş yolculuklarıdır. Tıpkı Ankara’nın en sevilen tarafının İstanbul’a dönüşü olduğu gibi… Kısa bir süreliğine de olsa (toplam beş gün) ABD Florida eyaletinde geçirdiniz birkaç günden sonra en heyecanlı dönüş yolunda bu satırları yazıyorum. Uçağımız Miami-İstanbul dönüş yolculuğunu tamamlamak üzere ve birkaç dakika içinde Atatürk Havalimanı’na inmeyi bekliyoruz. Alçalma sarsıntılarla birlikte başladı bile. Kendi yurduna, şehrine, evine dönmenin heyecanı da hat safhada haliyle.

İsmet Özel ‘ama dön’ diyor ya! İşte öyle döndük:

‘Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!

Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!

Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!’

 

 

 

Paylaş:

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.